**
Gece,
sisli havanın ardından parlarken ay, kimsenin izni olmadan ölmüştü kalbi genç çocuğun. Tabi o taşığı şeye kalp denirse.
Yağmur henüz dinmiş. Toprak hala nemli. Kolları iki yana açılmış yerde yatıyor çocuk. Gözleri sabit yukarıya dikilmiş.
"Ölmüş lan işte. Neresine bakıcak !?" diyor ambulans görevlisi..
Ölmüş işte çocuk.. Şimdi tamamen ölü. Morgta çürümeyi bekliyor. Otopsisi yapılmadan gömülmeyecek.Doktar saat 7'deki molası bitince başlayacak onun kalbini sökmeye. Tabi ona kalp denirse.
Adı yok artık çocuğun.Gömülmüş ve ölmüş kalbiyle beraber.Geleceği olarak adlandırdığı kişiler artık hiç kimse. Bir sevgilisi yok çocuğun. Çürümekte olan bedeni kimseye ait değil. Organları canlı değil. Hiç bir işe yaramıyor artık. Kısaca ölmüş çocuk. Ruhu dalgalanırken sessiz hastane koridorlarında kimsesi yok çocuğun. Yalnızmış çocuk tüm hayatı boyunca.
Bazılarınız acıyabilir o çocuğa. Ağlayabilir ardından. Mezarında 2-3 dua edip evlerine gidebilirler.
-"Yani köpeğine mama verirken ölmemiş ?"
-"Gece vakti, gizli gizli sigara içerken balkonda sallanan korkulukların kenarında astım krizi geçirmişte olabilir.."
-"Hayır. Bu çocuk kalp krizi geçirmiş.
-"Ama. Bu imkansız.Kalp krizi olamaz.! Çocuğun taşığı şeye kalp dense bile, kesinlikle bir canlıya ait olamaz o şey.."
**
Sabah..
Henüz çiğ düşmemiş yapraklara. Evden eşyaları topluyor annesi. Her eşyaya dokunup, sonra onları hoyratça kolilere koyuyor. Kadının durumu anlatılamaz. Belki 1-2 yıla unutur acısını yada saklar bir ömür boyu.
Anlatılacak birşey yokk. O gün evden nasıl çıktığını hatırlamıyor kadın. Nereye gittiğini de.. Evde eşyalar var hala. Bütün resimler geçmişe aitti şimdi.
O gün sadece ağlayarak acıyı atamadığını öğrendi. Ağlayamıyordu ki zaten. Biliyordu o ölünce ağlamayacaktı. Üzülmeyecek sadece votka içecekti. Tüm hayatı buna bağlıydı zaten. Güldü. Yada öyle bi ses çıkarttı ki ağlıyor muydu yoksa mutlu muydu kestiremiyordu.
Öğlen..
Saat 12'yi gelmişti neredeyse. Bu saate kadar ayık kalabildiği için şanslıydı. Niye gelmişti ? Ne gerek vardı ? Çevresine baktı. Bir insan topluluğu, siyahlara bürünmüş ayakta dikiliyorlardı. Neden yapıyorlardı ? Ve kendisi neden gelmişti. Bir cenazeden çok bir veda töreni gibiydi. Tek farkı, Sela 'nın kulaklarını çınlatmasıydı. Ölüm neydi ? Hikayelerinde ölümden bahsederken çok alışıkmış gibi bir hali vardı. Ve sevdiği adam onu terk ettiğinde kalbini öldürdüğünü söylüyordu. Ama aslında, ilk defa şimdi ölümün nasıl birşey olduğuna tanıklık ediyordu..
Akşam..
Eve adımını attığında ilk yaptığı yatağa girmek oldu ve bir hasta gibi 3'den 10'a kadar yatakta kalmış işe gitmemişti. Ölüme nasıl bu kadar yaklaşmıştı ? Gözleri son bakış atarak pencerenin kenarında duran ahşap kutuya baktı. Nasıl olmuştu ? Oysa ölmeyecekti. Ölmemeliydi. Öyleki gecenin bir yarısı kardeşinin kalbini çıkarıp kutuya koymak tamamen delilikti ama bunu yapan kendisi olunca neyin delilik olduğunu, neyin olmadığını tartışmak anlamlı olmuyordu..
1.Bölümün sonu..
D.Karaman 29.12.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder