18 Eylül 2012 Salı

HIPERSOMNIA / 1.Gece


Uyuyamadığı 4.geceydi. Nedense hiçbir yorulma veya gözlerinde yanma hissetmiyordu. Önceleri günün 16 saatini uyuyarak geçirirken şimdi arkadaşları sorduğunda “olm ben önceden uyuma ihtiyacımı doldurdum gerek yok bi kere ” geçiştiriyordu. Terk eden sevgili modeline çok uygundu. Kaslı bir vücut, kısa kumral saç ve buz gibi gri gözler. Kafese tıkılmış bir kuş gibi hissediyordu kendini. Kafes yoktu ama olduğu yerde camlar kapalıydı. Ne nefes alabiliyor nede ona dokunup açabiliyordu.

Cansız olmayan şeyler can acıtır.

Uyuyamadığı saatlerde tavana sabit bakıp hayal kuruyordu. Kurduğu hayallerde hep acı çekiyor ya da sonu mutsuz bitiyordu. Tanrıya haykırıp kendini yerlere attığı gecede neden diye sormuştu neden?

Bilmiyorum.. Ama sende hoşlanmadığım bir şey var

Çok beğenip aldığı yeni lamba gecenin birinde aşırı voltajdan patlayıp gögsünü kesmişti. Kanayan yarayı anca arkadaşları kapıya vurup onu uyandırdıklarında fark etmişti. Kaburga ve sol gögsünü kaplayan koca bir çizik. Beğenmemişti. Güzel gözükmüyordu aynaya baktığında. Günlerce bekledi aklına bir şey gelmesi için. ilham perisinin onu bir yerinden ellemesine bile izin verecek durumdaydı.

Televizyonun sürekli aynı kanallarda aynı saçma salak programları yayınlamasından çok sıkılmıştı. Dışarı da yürüyen insanların hiç umurunda değildi ve bunu anlatmak veya anlatamamak en kötüsüydü. Yapacak hiçbir şey kalmadığında ve dizlerinin üstüne çekip yalvardığında eline geçen neydi? Gece bunu düşündü. Hep aynı şarkılar, aynı insanlar..

Daha küçükken annesi  durup dururken televizyonu ve ışığı kapatıp ona ceza vermişti. Saatlerce o karanlık odada elinde kumanda içinde umutlarla televizyonu açmasını bekledi. Neden diye sorduğunda annesinin sürekli aynı şeyler dediğini hatırlıyordu sadece.

Kardeşiyle bütün gece beklemişler ama annesinin siniri, inadı geçmemişti. En sevdiği programın bitmesine 5 dakika kala bari sonunu izleme umudu ile açmaya yeltendi o aptal kutusunu. İçerisi yeterince sessizdi ve o Annesinin uyuduğunu sanıyordu ki kırmızı düğmeyle annesinin bağırması bir oldu. O anın şokuyla ne televizyonu kapattı nede uyduracak yalan bulabildi. Kardeşinin teorisine göre annesi onları seyrediyordu gizli bir yerden.

Kardeşinin çocukça fikirlerini hatırladıkça tebessüm ediyordu dudakları. Hırsız girdiğinde bir gün eve kapıya yakın olan şifonyerin üstüne pet şişe koyup beklediler.  Eğer alınıp yok olursa  hırsızın girip girmeyeceği anlaşılacaktı. Fikir gayet güzel fakat pet şişenin konulduğu yer yanlıştı.

Tıpkı şimdi yapacağı çılgınlık gibi..



Üşengeç.. / Kaç oldu sayamadım.

Bayadır internete giremiyorum be genşler. Yazmaya zamanım oldu ama kafamı yine toparlayamadım.
Yeni 2 - 3 bölümlük bir hikayeye başladım.
Adı "Hipersomnia" Bir gencin adıyla tezat olan hikayesini anlatıyor.

Zaman bulursam Junjou Romantica adlı animenin tanıtımı yapacağım.

Birazda Aydınlıktan kısa bir demeç vereyim; 


Samuel




“Bu kadar güçsüz olduğumu bilmiyordum..”



“Sana hiç dokunmamışım,
 Hayatına hiç girmemişim,
Beni hiç tanımamışsın gibi, mutlu ol.. Seni seviyorum.”






                                                              “1320”

“Büyük olan ben olmama rağmen, onu arkasından izledim hep..”
Ağaçlarının arasında güneşin toprağı ısıttığı nadir yaz gününde omzuna yaslanıyordu Ahen.  Havada uçuşan kiraz çiçeklerinin sorgusuzca üzerine düşmesini çok seviyordu.

“Bencildim. Ne istediğini bilmeden onu değiştirdim. Ama mutluyum. Eşit olmasak bile gizlendiğimiz sığınağımızda eşittik. Prens veya uşak kavramı yoktu. Samuel ve Ahen vardı. Bencilim. Çünkü o beni seviyor. Artık hiç başlamasını istemediğim günleri iple çeker oldum. Bu yerde benim ve bana ait olan birinin varlığı mutlu ediyor. Tatlı sözlerle beni kurtarmasını bekleyemem. Ölüme yaklaşsam da bu benim olduğu gerçeğini değiştirmiyor..”

“Bunları düşünecek zamanımız yok..”
“İleride ne yapmayı planlıyorsun?”
“Senin yanında olmayı.”
Utandı. Ama buna hiç gerek yoktu. Boş boşuna kuruntu yaptığını ondan daha iyi biliyordu. Hayal dünyasında kaybolan biri olmaktansa acıyı yaşayarak öğrenmeyi tercih ederdi. En azından bulunduğu konum bunu yapmasını gerektiriyordu. Arkasında onun yaptıklarını görmesini istemediği biri olunca nasıl hızlıca kaçıyorsa bu sefer de aynısını yapabilir miydi bilmiyordu. Gözleri gökyüzüne bakmak istese de onun yanındayken hiçbir saniyeyi kaçırmak istemiyordu. Her ne kadar midesi yansa da kalbi yerinden çıkacakmış gibi astada özünde ondan başka hiçbir şey  istemiyordu. Zamanla oynayıp atacağı bir oyuncaktı o babasına göre. Ama çok fena yanılıyordu..  Yanaklarında kızarıklığı fark  etmeden cevap vermeliydi. Çenesini saçlarına yaklaştırdı. Herkesten saklı tuttuğu elini daha da sıkı kavradı.
“Kalp atışlarımı hızlandırıyorsun.”
Sağ elini yerden kaldırıp göğsüne bastırdı.
“Dinlememe izin ver.”
Yeni açan ortanca çiçekleri gibi tehlikeliydiler. Güzel görünüp hoş kokmasına rağmen, zehirliydi içi. Samuel Ahen’yle beraber çiçek açıp solmak istiyordu. Henüz duygularına yeniden yön verecek yaşta olmasına rağmen koparıp atamıyordu içinde filizlenen ortancayı.
“Samy”
Dudakları nefesini engelleyecek kadar yaklaştığında onu durdurması gerekiyordu. Hiç kimse göremezdi ama yinede heyecanını bastıramıyordu. Güneşin dalların arasında parladığı bu yer onlar için özel olacaktı birkaç dakika sonra.
“Seni seviyorum.”
İlk adımı atan hep Ahen’di. O sözlerinde emin değildi hiçbir zaman.
“Belki  seviyorum., Sanırım sensiz yapamıyorum, benim için önemli olabilirsin..” gibi belirsiz cümleler birbirlerini takip ediyordu.
“İlk başta seni sevme hakkı vermediler bana. Sevecek kimsem yoktu. Bende sen beni sev istedim.”
Çimenlere uzandılar. Düşündüğünde gözlerinde ki mavi derinlik kimsede yoktu. Binlerce kişinin yaşadığı bu sarayda hiç kimse ona böyle bakmamıştı. Yada cesareti mi yoktu.?
“Kaçabilir miyiz ki?”
Ahen uzanmış Samuel ise sağ dirseğine bütün ağırlığını vererek yaslanıyordu.
“Tabiî ki..
Yer çekimine karşı koyamadığı saçları dökülüyordu omzundan aşağı. Ahen eliyle okşamaya yeltendi “..senin için bir problem olmasa”
Sağ dirseğinin hiç kımıldatmadan sol eliyle omzunu sıkıca kavradı.
“Bu sefer.. kontrolü ben ele alacağım.” Siyah saçları tamamen çimenlere değdiğinde artık geri dönüşü yoktu.. Onu öpmüştü bi kere..


2 Eylül 2012 Pazar

Acemi Üşengeç/ 5. Top Five


Listeye 5.sıradan isim Mario Mazzanti.. Kendisini hiç okumamışlığım yüzünden sırasına yatıp kalkıp dua etmesini düşünüyorum. Okumak istediğim kitabı ise Şah Mat.

Şah Mat
Suç psikiyatristi olarak polise destek vermekte olan Claps’in suçluların davranış profilini inceleyerek olası şüphelileri tespit etmek gibi çetin bir görevi vardır. Ancak bu sefer ortadaki cinayet hiç de basit değildir. Karşısında acımasız, kararlı, unutulmak istemeyen ve şehrin korkulu rüyası olmayı amaçlayan bir seri katil vardır. Çözüm hep avuç içinde gibidir ama bir türlü
ulaşılamamaktadır, aşılan her bir basamak katilin ininin derinliklerine dalmaktan başka bir işe yaramaz.







Top 4'de ise Tess Gerritsen yer buluyor. Sadece tek kitabını okumuş olmama rağmen çok beğendiğim 2.yazar.




                                                                                                      Günahkar.

Dünya döndükçe son bulmayacak olan iyi ve kötü arasındaki savaşı, ustaca şekillendirdiği karakterleriyle sahneye koyan Gerritsen korkuyu, son derece başarılı bir gerilim romanı olan Günahkar ile okuyucuların kalbine salıyor.










Bu hafta listemizin 3.ncü yazarını taktim ediyorum. Kendisi sıralamadan düşmüştü geçtiğimiz yıllarda. Ama yine yükselerek şimdi ki sırasını alıyor.. Dan Brown. Davinci'nin şifresi, Melekler ve Şeytanlar, İhanet Noktası ve Kayıp Sembolü okuyarak kendisini ne kadar çok sevdiğimi belirtmek istediğim yazarın okumadığım tek kitabı kalıyor oda Dijital kale.

                                                                                                   Dijital Kale
Ulusal Güvenlik Teşkilatı dünyanın kaderini değiştirecek ve dijital ortamdaki tüm şifreli metinleri bilecek özel bir bilgisayar üretir. Ne var ki, günün birinde bu özel bilgisayar karşılaştığı esrarengiz bir şifreyi çözemez. Ve kriptoloji uzmanı, zeki ve güzel Susan Fletcher göreve çağrılır. Genç kadın korkunç bir gerçekle yüzleşir. Silahlarla ya da bombalarla değil, Amerika Birleşik Devletleri'nin en güçlü haber alma örgütü olan Ulusal Güvenlik Teşkilatı çözülemez bir şifreyle rehin alınmıştır.
Sırlar ve yalanlar fırtınasına yakalanan Fletcher inandığı teşkilatı kurtarma savaşı verir. Dörtbir yandan ihanete uğrayan güzel kadın yalnızca ülkesini değil, kendi canını ve sevdiği erkeği de kurtarmaya çalışır...




Kesinlikle top 1 olmalıydı ama sırasını zorluyor. Küçük İskender anlatımlarına aşık olduğum adam. Onun yaşağı aşk'ı sadece bazı insanlar anlayabiliyor. Diğerleri için o çarpık ilişkisi olan bir adam. Ne olursa olsun okumaya devam edeceğim şairdi. Çok istediğim kitabı ise;

Sarı Şey
Sarı ve lacivertin hüküm sürdüğü topraklardan, insanlardan, patolojiden aldığı aşk ve şiddetle Akdenizli bir ağıt yakıyor. Anadolu Afrika oluyor. Portakal Hollanda oluyor. İstanbul tüm başkentler oluyor. Recep Leonardo oluyor. Arabesk Blues oluyor. Ortadoğu’nun milli takımı çok uzaklarda amatör bir çete oluyor. Eşyalar şey, şeyler hiçbir şey oluyor. Sarı Şey, bizi daha da sarıyor, sardıkça sararıp sarpasarıyo






Tada tadaaa....... İşte geldik gönlümün 1.sine.. 


En sevdiğim yazarlarda top 1'dir Jean Christophe Grange.. Yazma stili bana çok benziyor.. yani benim ki ona çok yatkın. Şeytan Yemini ve Ölü Ruhlar Ormanı'nı okuduktan sonra büyüsüne kapılmamak elde değil.

Sisle Gelen Yolcu
Tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam… Aynı yerde, bir bakım çukurunda çırılçıplak bir ceset... Ve olay üzerine polis tarafından çağrılan psikiyatr Mathias Freire… Polis, hafızasını yitirmiş adamı sorgulamak isterken, Mathias kendisinde de aynı kişilik hastalığı olduğunu fark eder. Acaba aranan seri katil kendisi midir?


Siyah Kan
Katil hapiste… Ama daha önce Kamboçya, Tayland, Malezya’da kan dökmüş. Kadınların kanı… Gazetecinin onunla temasa geçmek için oynadığı oyun romanın temelini oluşturuyor. Ama katil bu yemi bir süre sonra yutmuyor. İşte
gerçek heyecan da orada başlıyor. Kim av, kim avcı, birbirine karışıyor.









İtirazi Olan ? Neşter, Işık ve ACI / Bölüm 3


"Ölüm yaşamın sona ermesidir. Doğumla başlayan yaşam süreci çocukluk, erişkinlik ve yaşlılık dönemlerinin ardından ya doğal sebeblere bağlı olarak sona ermekte veya başka etkenlerin ortaya çıkardığı olaylara bağlı olarak herhengi bir dönemde yaşam sonlanmaktadır."

Bacağın arasına sıkıştırılmış bir yastık gibiydim. Uzaya fırlatılan roket gibi içim kıpır kıpır olsada orda durmaktan başka bir işe yaramıyordum. O bendim. Hep gitmesi gereken kişi, nefret edilmesi gereken biri. Yaktığım sigaram bile dudaklarımı yakarak gösteriyordu nefretini.

Ben karar verememiştim onu sevdiğime. Onu üzdüm, kalbini kırdım ve en değerli şeyini elinden aldım. Kendisini sevmek zorunda hissediyordu.

Uyandığım bir geceye daha. Kimse olsun istemiyordum yanımda. Tren istasyonuna kadar sigara almak için indim. Yollar yine boş. Mevsimlerden sohbahar. Cebimde kalan son kuruş bile pantolumun deliğinden düşüp beni terk ediyor. Üşüyor muyum. Biraz. Kalbim zaten yanıyor. Kaybedilmiş bir savaştı bu. Siperlerimde hiç asker kalmamış bende yaralıyım. Yıkık dökük harabelerin içinde saklanıyordu. Onu bulmak için ne isteğim nede sabrım kalmıştı. Yanlış yola sapan aşkın kalıntılarıydı kalbimde kalan sevgi.

Kim olduğumu bilmiyordum. İnsanlar beni iğrendiriyor. Varlıkları beni rahatsız ediyor. Kim olduğumu ve şimdi ne yapacağımı kestiremiyorum. Ona bağırdım. Beni bırakması için. Her defasında daha da bağlandı.

Kuş bile uçmuyordu. Lanetli oksijen çekiyordum içime. Burada kalarak boşa yaşıyordum sanki. Dakikalar benim için günler gibiydi. Değer verdiğim hayatımın bir çoğunu boşa harcıyordum. Ne dediğimi ne istediğimi bile ben bile bilmiyorum. Şimdi kalkıp yanına gitsem ne diyeceğim?

Seninle birlikte oldum o yüzden bana aitsin demem. Bir sürü adam öldürdüm, çatışmaya girdim ama beni sadece o korkutuyor. Ne zaman tükeneceğini bilmediğim bir inanç taşıyordu ceplerinde.

Ne içtiğim sigara nede hislerim değişti. Ağzım sigara içim ölüm gibi kokuyordu. Adım bile atamıyorum. Beni nasıl tanıdı ki o? Ben ki aldığım nefesi bile paylaşmam ama onunla koskoca evde aynı yatakta tıkış tıkış yatıyorduk.


"Ölüm hayatın sonudur. Hiç kimsenin kaçamadığı gibi benide kovalıyordu Azrail. Onu bir çok kere kandırdım. Bu sefer neden olmasın?"

1 Eylül 2012 Cumartesi

Acemi Üşengeç 4



“Melek gibi olduğumu söyledi. Söylesene Light meleklerde yalnız kalır mı ?”


Çok eskilerden kalmış bir hikaye. Beynimin en ücra köşesinde sıkışmış ve yazılmayı bekliyor. O kadar mükemmel ki nasıl anlatacağımı betimleyeceğimi bilmiyorum. Rüyalarım da donuma işettiren bir general. Sadece iskeletten oluşuyor ve üstünde askeri palto ve general şapkası var. Eski okulumun kapısında bekliyor ve sigara içiyor. Nasıl biri bilmiyorum sadece beni öldürmeye çalışıyordu. Kesinlikle bir sebebi olmalıydı beni öldürmesi için. 

Aklımın en korkunç karakteri. Süper yetenekleri olmadan yeterince öldürücü ve ürkütücü. Ölüler konuşamaz bu yüzden ona hiçbir şey soramazdım. 

Acaba bana kızgın mı onu hiç kimseyle paylaşmadığım için? Kimselere anlatmadığım için? Rüyanın içinde rüya mı gördüm acaba onu iki kere hatırlıyorum. 

Ona geçmiş yazamıyorum. Ona ad veremiyorum. Ne kadar düşünsem de yakıştıramıyorum. 


Negativ. Bu bir değil. Bir dünya. Paralel evrenin amına koyduğumun kanıtı. Bir hastane var. Burada ki doktorlar hastaları yaşatmaya değil öldürmeye çalışıyor. Diğer tarafında bir hastanesi ve hastalarını kaybettiklerinde yaşadıklarını hiç düşündünüz mü ?






The godfather 1 ve 2 yüzünden bayadır yazamıyorum. Hele en son en az 2 - 3 görev geçip oyunun kaydetmeden takılıp kapanması yüzünden sinir oldum. Hırs yaptım geçeceğim o bölümleri. İzmire gidiyorum genşler.. Yandaki twitter ve façebook butonlarından bana ulaşabilirsiniz..
Free Website templateswww.seodesign.usFree Flash TemplatesRiad In FezFree joomla templatesAgence Web MarocMusic Videos OnlineFree Wordpress Themeswww.freethemes4all.comFree Blog TemplatesLast NewsFree CMS TemplatesFree CSS TemplatesSoccer Videos OnlineFree Wordpress ThemesFree CSS Templates Dreamweaver